Hegel’in köle-efendi diyalektiği, hem felsefi hem de politik teorilerde sıklıkla başvurulan bir düşünce modelidir. İlk olarak Fenomenoloji des Geistes (1807) eserinde ortaya konan bu diyalektik, öz-bilinçlerin birbirini tanıma arayışında karşılıklı bir mücadele süreciyle şekillenir. Efendi ve kölenin karşılıklı bağımlılık içinde gelişen ilişkisi, tarih boyunca çeşitli toplumsal yapıları, özellikle de tahakküm ilişkilerini anlamakta bir çerçeve olarak kullanılmıştır.
Ancak BDSM bağlamında bu modelin ne ölçüde geçerli olduğu sorusu önemlidir. Çünkü BDSM, ilk bakışta bir efendi (dominant) ve köle (submissive) ilişkisini çağrıştırsa da, Hegelci tahakküm ilişkilerinden niteliksel olarak ayrılan, rızaya, güvene ve karşılıklı arzulara dayanan bir yapı sunar. Bu yazı, BDSM deneyimini Hegel’in köle-efendi diyalektiğiyle karşılaştırmakta ve Hegel’in modelinin bu ilişkileri açıklamakta neden yetersiz kaldığını tartışmaktadır.
I. Hegel’in Köle-Efendi Diyalektiği: Bir Özet
Hegel’e göre öz-bilinç, kendini yalnızca başka bir öz-bilinç aracılığıyla tanıyabilir. Bu karşılaşma, tanınma arzusunun bir sonucu olarak bir çatışmaya dönüşür. Her iki taraf da tanınmak için diğerinin tanımasını ister; ancak bu, karşıdakini tanımadan, kendi üstünlüğünü kabul ettirme arzusu ile yapılır.
Bu mücadele sonunda biri “efendi”, diğeri “köle” olur. Efendi, tanınmayı kazanır; ancak bu tanınma, kendi özgürlüğünü yitirmiş bir bilinçten geldiği için eksiktir. Köle ise görünüşte boyun eğmiş görünse de, çalışarak ve doğayla ilişki kurarak kendi benliğini geliştirir, sonunda özgürlüğe ulaşır. Bu anlamda, Hegel’e göre gerçek gelişim kölede başlar.
II. BDSM’de Rıza, Güç ve Kimlik: Hegel Modelinin Ötesi
BDSM’de de “efendi/köle” terimleri kullanılmakla birlikte, bu kavramlar Hegel’in modelinde olduğu gibi tahakküm ve boyun eğme üzerinden değil, rızaya dayalı bir etkileşim bağlamında anlam kazanır. Şu ayrımlar dikkat çekicidir:
1. Rıza Kavramı (Consent)
Hegel’in modelinde köle, ölüm tehdidi altında teslim olur; iradesi bastırılmıştır. Oysa BDSM’de köle (ya da submissive, S-type), gönüllü olarak teslim olur, sınırlarını belirler, güvenlik kelimesiyle süreci dilediği anda durdurabilir. Burada tahakküm değil, oyunsal bir güç değişimi vardır. Bu nedenle Foucault’nun özneyi kuran güç anlayışı Hegel’den çok daha işlevseldir (Foucault, 1977).
2. İlişkinin Dönüşlülüğü
BDSM ilişkileri sabit roller içermez. Birçok kişi hem dominant hem submissive rolleri farklı ilişkilerde veya zamanlarda deneyimleyebilir. Hegel’in dikotomik ve tek yönlü modeli, bu akışkanlığı açıklamakta başarısız kalır. Judith Butler’ın “kimliğin performatifliği” tezi burada daha açıklayıcı olabilir: Roller, sabit değil, tekrar eden eylemlerle kurulur ve bozulur (Butler, 1990).
3. Haz ve Arzunun Çift Yönlülüğü
Hegel’de efendi, kölenin çalışmasından haz alırken köle kendi emeğinde benliğini bulur. BDSM’de ise haz her iki taraf için de eşzamanlıdır: Dominant taraf için kontrol, submissive için teslimiyet haz kaynağıdır. Bu karşılıklı haz durumu, Hegel’in asimetrik modelini boşa çıkarır. Arzu nesnesi bir güç değil, paylaşılmış bir deneyimdir.
III. BDSM İlişkilerinde Güç: Sembolik mi, Gerçek mi?
BDSM’de kullanılan kırbaç, kelepçe, yaka gibi araçlar sembolik anlam taşır. Gerçek bir esaret değil, temsilî bir teslimiyet söz konusudur. Bu temsilîlik, Lacan’ın Simgesel Düzen kavramıyla açıklanabilir. Lacan’a göre arzu, her zaman dilin ve temsilin bir işlevidir (Lacan, 1953). BDSM de, arzunun tiyatral bir düzen içinde temsilidir.
BDSM seanslarında kurulan otorite, gerçek bir tahakküm değil, ritüelleştirilmiş bir güç ilişkisidir. Bu anlamda, BDSM daha çok bir “fantezi dramaturjisi”dir. Bu dramaturji, öznel kimliğin dışa vurumudur, Hegel’in köle-efendi çatışmasından farklı olarak, kimliği bastırmaz; tam tersine açığa çıkarır.
IV. Toplumsal Bağlamda BDSM: Direniş ve Alternatif Aşk Biçimleri
BDSM yalnızca kişisel bir tercih değil, aynı zamanda heteronormatif cinsellik anlayışına karşı bir direniş biçimidir. Gayle Rubin’in “seks hiyerarşisi” kavramı burada önemlidir: BDSM, bu hiyerarşide marjinal bir konumda yer alır; ancak aynı zamanda bu düzenin normlarını sorgular (Rubin, 1984).
Dolayısıyla BDSM, Hegelci diyalektiğin ötesinde bir toplumsal dönüşüm potansiyeli taşır. İtaat ve tahakküm kavramlarını dönüştürür; güç ilişkilerini eleştirir ve yeniden yapılandırır.
V. Modern İlişkilerde BDSM’nin Psikolojik Boyutu
BDSM uzun yıllar boyunca psikopatolojik bir sapma olarak değerlendirilmiş olsa da, çağdaş psikoloji ve cinsel sağlık literatürü bu algıyı büyük ölçüde terk etmiştir. Amerikan Psikiyatri Birliği, 2013 yılında yayımlanan DSM-5’te (Tanı ve İstatistik El Kitabı) parafili (alışılmışın dışında cinsel yönelim) ile parafilik bozukluk arasındaki ayrımı netleştirerek, rızaya dayalı BDSM pratiklerini psikiyatrik tanı kategorisinin dışına çıkarmıştır.
1. Rıza, Kontrollü Alan ve Güven
Psikolojik düzlemde BDSM’in sağladığı en önemli unsur, kontrollü bir güven alanı yaratmasıdır. Submissive birey için bu alan, kaygılardan arınmış, “kendi olma” halinin mümkün kılındığı bir deneyim sahası olabilir. Dominant birey ise yönlendirme ve sorumluluk alma duygusuyla, çoğu zaman toplumsal rollerin dışında bir benliği deneyimler.
Burada Carl Rogers’ın “koşulsuz kabul” ilkesi akla gelir. BDSM ilişkilerinde özellikle “aftercare” denilen seans sonrası bakım süreçleri, taraflar arasında empatik bir bağ geliştirerek, duygusal regülasyonun sağlanmasına yardımcı olur. Bu yönüyle BDSM, sadece fiziksel değil, aynı zamanda derin bir psikolojik yakınlık pratiği haline gelir.
2. Kendilik Deneyimi ve Katarsis
Psikolog Brett Kahr’a göre BDSM seansları, bireyin bastırdığı arzuları güvenli bir sahnede dışavurmasına olanak tanıyan, bir tür “kişisel tiyatro” sunar. Burada Jung’un “gölge” arketipi devreye girer: bastırılmış, bastırıldığı için de yoğun bir enerjiyle biriken yönlerin, BDSM ritüelleri aracılığıyla dışavurulması mümkündür.
BDSM ilişkisi bu yönüyle bir tür katarsis sağlar. Nevi şahsına münhasır ritüeller, öznenin iç dünyasındaki bastırılmış öğeleri yüzeye çıkartarak, onları tanımasını ve dönüştürmesini olanaklı kılar. Bu da bir tür “öz-bilinç” süreci başlatır ki, Hegel’in modelindeki içkin dönüşüme psikolojik bir karşılıktır.
VI. Queer Kuram ve BDSM: Normların Altını Oymak
Judith Butler, Eve Sedgwick ve Michel Foucault gibi queer kuramcılar, toplumsal cinsiyetin ve cinselliğin sabit değil, tekrarlarla kurulan bir yapı olduğunu vurgulamışlardır. Bu kuramların ışığında, BDSM yalnızca bir cinsel yönelim ya da fetiş biçimi değil; aynı zamanda normatif ilişkilenme biçimlerine bir karşı duruş olarak ele alınabilir.
1. BDSM ve Queer Performativite
Butler’ın Gender Trouble (1990) kitabında geliştirdiği performativite kuramı, toplumsal cinsiyetin doğuştan değil, tekrar eden pratiklerle kurulduğunu savunur. BDSM bu anlamda, “eril baskınlık / dişil itaat” ikiliğini ters yüz eden performanslar içerir: Bir kadın dominant, bir erkek submissive olabilir; bir non-binary birey her iki rolü de dönüşümlü üstlenebilir.
Bu esneklik, toplumsal cinsiyetin sabitliğine karşı bir meydan okumadır. BDSM sahnesi, cinsiyet rollerini yeniden yazan bir “queer tiyatro sahnesi”ne dönüşür. Hegel’in “mutlak efendi” figürü burada ironikleşir: çünkü her şey, rızaya ve değişken role bağlıdır.
2. Aseksüel ve Anarşik İlişki Biçimlerine Açılan Kapı
BDSM yalnızca cinsel arzunun yoğun yaşandığı değil, bazen cinsellikten tamamen arınmış (aseksüel veya sensual) biçimlerde de yaşanabilir. Aynı şekilde, relationship anarchy (ilişki anarşizmi) anlayışıyla paralel bir biçimde, BDSM yapılarında hiyerarşik olmayan, queer dostluklara dayanan bağlar da kurulabilir.
Bu da BDSM’i yalnızca bir “iktidar oyunu” olmaktan çıkarır, onu queer aşkın ve karşılıklı bakımın bir tür manifestosuna dönüştürür.
BDSM ilişkileri, ilk bakışta Hegel’in köle-efendi modeline benzer bir görünüm sunsa da, yapısal olarak onunla taban tabana zıttır. Hegel’in modelinde güç, tanınma üzerinden sabitlenirken; BDSM’de güç, tanımadan çok tanımaya, sabit rollerden çok akışkan rollere dayanır.
BDSM’in sunduğu ritüel, hem özneye hem arzuya dair olanı sahnelerken; toplumsal normlara, cinsiyet rollerine, otorite kavramına ve psikolojik kimliğe dair köklü bir eleştiri geliştirir. BDSM’in gerçek gücü de buradadır: Sadece bedeni değil, kimliği, normu ve iktidarı sorgulayan bir arzu estetiğidir o.
Hegel’in efendisi yalnızca tanınmayı isterdi; BDSM’in dominantı ise önce tanır, sonra arzular — ve bu fark, bir dünyayı değiştirir.
Kaynaklar:
- Hegel, Georg W. F. Phenomenology of Spirit. Trans. A. V. Miller. Oxford: Oxford University Press, 1977.
- Kojève, Alexandre. Introduction to the Reading of Hegel. Ed. Allan Bloom. Cornell University Press, 1969.
- Newmahr, Staci. Playing on the Edge: Sadomasochism, Risk, and Intimacy. Indiana University Press, 2011.
- Foucault, Michel. Discipline and Punish: The Birth of the Prison. Trans. Alan Sheridan. Vintage Books, 1995.
- Butler, Judith. Gender Trouble: Feminism and the Subversion of Identity. Routledge, 1990.
- Lacan, Jacques. “The Function and Field of Speech and Language in Psychoanalysis”. Écrits: A Selection. Trans. Alan Sheridan. London: Tavistock, 1977.
- American Psychiatric Association. Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders (DSM-5). APA Publishing, 2013.
- Jung, Carl Gustav. The Archetypes and the Collective Unconscious. Princeton University Press, 1981.
- Kahr, Brett. “The Relevance of BDSM in Contemporary Psychotherapy.” Journal of Sexuality and Mental Health, 2012.
- Butler, Judith. Bodies That Matter: On the Discursive Limits of “Sex”. Routledge, 1993.
- Sedgwick, Eve Kosofsky. Epistemology of the Closet. University of California Press, 1990.
Yorumlar
Bu konuyu ele almayı hep istedim ama Hegel okumaları hep külfetli geldiği için bir türlü girişememiştim. Harika bir özet ve çok doldurucu bir yazı olmuş tebrik ve teşekkür ederim.
Çok teşekkür ederiz