Herkesin yazdığını, mütemadiyen kendi fikirlerini anlatmaya çalışarak doğrusunun o olduğunu savunmaya girişmesini çaresizce işlenmiş bir cinayet olarak görüyorum. Esaret, itaat, teslimiyet, köle, efendi.. Bu kelimelerin karşılıklarını ne kadar kendimizin görüşleri ile doldurursak dolduralım konunun öznesi olan “insan” kavramını daima atlıyoruz. [rml_read_more]
Öylesine komplekslerimiz, içimizde barındırdığımız şeytanlarımız var ki. Efendi veya Dominant karakter olarak beklentilerimizin yerine getirilmesinden aldığımız haz ve keyif tartışmasız bu dünyada varoluşumuzun temel sebebi. İnandıklarımıza o derece inanmışız ki; bu neredeyse bir “doğma” yaratmış. Bizim çevremizde pervane olan insanların gözünden bakmayı reddetmiş, itaatkarın kafasının sürekli karışmasını sağlamış, aslında bizim bile özümsemediğimiz itaat/esaret kavramlarını kabullenmesini ve dünyanın merkezindeki bencil şahsımızın fikirlerine göre şekillenmesini ve düşünmesini istemişiz. Eğitimi kırbaçlamaktan öteye taşıyamamış, sırtına bir sorumluluk vermeyi “ayaklarımı yala” dan öteye götürememiş olan bizlerin kendimize sorması gereken çok fazla soru var.
Bir insanın gerçekten itaat edebilmesi nasıl mümkün olur? Gerçekten itaat etmek nedir? Kökenlerini biliyor muyuz? Bu sorulara verilen yanıtlar sanırım tatmin edici olmayacaktır. Ben kölemin benim tüm eksiklerimi kapatabilecek düzeyde bir işlevsellikte olmasını tercih ederim. Sadece içimdeki canavarı tatmin etmesi değil. Bu belki de benim en son istediğim şey. O’nun her şeyini isterim. Bir noktada hayatındaki bütünsel anlamın tek gerçekliğinin “ben” olmasını isterim. Peki bu ne kadar doğru ki?
Sosyal medyada efendisine güzellemeler yazan köleler içinden gelerek mi yazıyor? Peki yüz yüze geldiğinde bu sevgisinin kaynağını veya itaatini bir efendi gerçekten sorgulamıyor mu ? İstediği ne? Benim istediğim ne?
Kafasında şüphe olmayan ve sorgulamayan bir birey itaat edemez. Bu zorlu ve eziyetli bir süreçtir. Ne ve kim olduğunun farkında olan bir itaatkar nasıl konuşulacağını, nasıl davranacağını bilmekten öte yaşam kültürüne dair yetenekleri ile de efendisine hizmet edebilmelidir. Bir mojitonun en iyi nasıl yapılacağını, ülkenin sosyal politikasını, rönansansı, en iyi bifteğin nerede yenileceğini…
Hani derler ya “at sahibine göre kişner” Bir efendinin yaşam kültürü ve yaşamdan beklentisi neyse bir itaatkar ve kölede ancak o dur. Düşünebiliyor musunuz, tamamen farklı yaşam koşulları ve sosyal sınıflardan iki kişinin bir araya geldiğini. Efendi ve köle olarak. Yaşam kültürü ve kalitesi daha yüksek olan bir köle, hem sınıf hem de entellektüel anlamda kendisi ile arasında uçurumlar olan bir efendiye ne kadar hizmet edebilir. Bunu kafanızda bir canlandırabilir misiniz. Kaçımız işi ressamlık veya fotoğrafçılık olan kölemize “Bak ışık kullanımın hatalı” veya “şu fırçayı kullanmalısın” diyebilecek kadar donanımlıyız? Onların bizim dünyamıza entegre olup öğrenmesini isterken bizler kendimizi geliştirebiliyor muyuz?
Peki biz Efendiler! bunu sikimize takar mıyız? Hayır. Takmalı mıyız? Evet.. Şu ikiyüzlülüğe hiç katlanamıyorum. Köle sana her şeyini verecek ama sen ona hiç bir halt vermeyeceksin. Bu dominant bir karaktere bence! uyan bir şey değil. Bunu ve bu söylemi gerçekleştirenler BDSM felsefesini uzaktan yakından anlamamıştır. Bu sadece bir güç değişimi değil. Bir kültürel değişim ve gelişimdir de aynı zamanda.
Her ne kadar bazı şeylerin bir şekli şemali veya rutini varsa da bildiğim şu ki BDSM’nin bu ilişkiyi yaşayan insanların toplamı kadar değişen farklılaşan bir anlamı var. Herkesin dünyasındaki kural ve anlamlar farklı. Tek bir şey dışında; “İNSAN”
[/rml_read_more]
Yorumlar